***BORSA, ENDEKS, HİSSE, FOREX TEKNİK ANALİZLERİ***ETKİN SOSYAL MEDYA KULLANIM BİLGİLERİ***ÜCRETSİZ ONLINE SEO DERSLERİ***GÜNCEL YAŞAM İÇ VE DIŞ SİYASET DEĞERLENDİRMELERİ***

ERGENEKON BALYOZ AZIZ YILDIRIM 17 ARALIK





Başlıkta saydığım dört konu aynı tornadan çıkmış davalardır. İlk üçü ile 17 aralık arasındaİnce bir nüans var. 

17 aralık henüz bir "operasyon"dur, "dava" boyutuna ulaşamadan, suçlanan güç odağı tarafından üstünün kapatılması çabasına girişilmiştir. 

Balyoz, Ergenekon ve Şike "dava"larının tüm aşamalarını elimden geldiğince izledim. Küçük bir iki örnekle aradaki nüans farkını anlatmaya çalışacağım.

Balyoz, Ergenekon ve Şike davalarında iddia makamı binlerce sayfalık iddianameler hazırladı. Savunma makamları ise savunmalarını yaptılar. Digital delillerde tahrifat yapıldığı belgelendi. El yazısı ile değil bilgisayar ortamında yazılmış metinlerde, yazının yazıldığı belirtilen tarihlerde Microsoft'un henüz piyasaya çıkmamış olan bir sürümünün yazı fontlarının kullanıldığı belgelendi. Çok sayıda benzer örnek var.

17 Aralık operasyonunda savunma makamında olması gereken birimlerin savunma yapmaya pek istekli olmadıklarını görüyorum. İlk emaresi, tüm zanlıların salıverilmesi. İkincisi de karşı tez olarak sadece "montaj" denmesi. Montaja sunulan bilimsel gerekçe ise Bilim bakanının "hisleri"

Masumiyet karinesinden hareketle doğru olduğunu kabul edelim. Tüm kayıtlar montaj olsun. Montaj demek, kayıtlarda duyulan konuşmaların farklı farklı konuşmalardan alınıp birleştirilmesi demek. Bu durumda, bir Başbakan'ın oğlunun gece karanlığında bir şeyleri neden bir şeylerden kaçırma gayreti içinde olduğunu anlamak zor. Yine aynı kişinin milyon dolarlık rakamları telaffuz edebilecek ne tür bir kazanç kaynağının olduğunu anlamak zor. Bir Başbakan'ın bir futbol kulübünün seçimiyle neden ilgilendiğini anlamak zor. Ayhan Başkan'ın belirttiği hususları anlamak da zor.

Sonuç olarak, net olan tek şey, aynı yapının işi olduğudur. ilk üç dava "kurgu" davalardır. 17 Aralık'ın dakurgu olup olmadığına davayı görmeden, savunma makamının savunmasını duymadan bir yorum yapabilmek imkansız.

Bir başka boyutu da şudur olayın. Esasında yargının el attığı konular tamamen boş konular değil. Davalar kurmacadır derken, davaların asıl ilgilendiği konular temelsizdir demiyorum. Söylediğim şey tam olarak şu:

Türkiye'de futbol, temiz midir? Bence değildir. 

Ancak temiz futbol adı altında bir operasyon ve dava zincirine girişip tüm klüp ve camialara karşı ortak bir inceleme başlatmak başka şey, belirli bir davayı alıp bir camia'yı ele geçirme operasyonuna dönüştürmek başka şey. Kurmaca olan, iddialar ve yukarıda tahrifatları hakkında az çok fikir verdiğini sandığım deliller

Türkiye'de askerin bir vesayet eğilimi var mıdır? Bence vardır.

Ancak vesayeti kaldırmak için çaba harcamak başka şey, önüne gelen bütün askerleri içeri almak, eski genelkurmay başkanını terörist ilan etmek başka şey. Kurmaca olan yine iddialar ve yukarıda tahrifatları hakkında az çok fikir verdiğini sandığım deliller.

İktidarda yolsuzluk var mıdır? Bence vardır.

"Ancak" ile başlayan bir cümle kuramıyorum. Nedenini yukarıda anlattım, konu bir davaya yansımadı henüz ve suçlanan taraf savunma yapmadı.



Site Haritası için tıklayın

1 yorum:

DEVLET KURUMLARI GEZI'DE mi 17 ARALIKTA MI ISLEMEDI




Gezi protestolarına muhalefet edenlerin hep dile getirdikleri bir tez var. "Yakıp yıktılar, kamu malına zarar verdiler vs" hatta devletin kurumlarını şlemez hale getirdiler diyenler var, en çok bunlara şaşırıyorum. 

Bir sınıf gibi düşünün. 100 kişilik bir sınıf var.  50 öğrenci sınıftaki bir olayı onaylamıyor, karşı çıkıyor. Öğretmen bunun üzerine bu 50 öğrencinin arasına dalıp önüne geleni dövüyor. Öğrencilerden bir tanesi bu esnada sırayı deviriyor, kapıya yumruk atıyor diyelim. Protestolara katılmayan diğer 50 öğrenci bu olayı kalkıp diğer arkadaşlar sıralara, kapıya zarar verdi gibi anlatıyorsa ciddi bir algı sorunu vardır ortada.

Devlet kurumlarının işlerliği konusuna gelince. 17 Aralık sonrası dönemde işlemeyi bırakın tanımlar bile karıştı. 13. Ağır ceza mahkemesi hakimi çıkıp ben Ergenekon tahliyelerini tanımıyorum diyebildi, Emniyet ve Yargıda tarihte görülmemiş operasyonlar var. 

Geçenlerde mesela AYM Twitter'i açma karar verdi, BTK tüm gün boyunca açmayınca acaba AYM'ye rağmen açılmayacak mı diye sorabildi insanlar. Akşamüstü açmışlar en nihayetinde. 

Birisi çıktı AYM'nin kararı milli değildir dedi. Evrensel hukuk tanımları milli-gayri milli diye tanımlanır oldu:) çok örnek var, uzatır yazıyı. 

Ha bu arada tüm bunlar olurken kimse arabaları devirmedi bozmadı, sokakta tek bir eylemci bile olmadı. 

Varın siz karar verin devleti durduran kim.



Site Haritası için tıklayın

1 yorum:

Atanmiş Secilmiş. Bir Turkiye Hikayesi




Atanmış, seçilmiş. Ülkeyi seçilmişler yönetmeli. Şüphesiz..

Seçim, alternatifler arasından olur. Basit mantık, sadece A, B, C, D seçenekleri varsa E seçilemez. Ülkemizde 50+ yıl geçmişe sahip sadece iki seçenek var. Bunlardan CHP'ye A diyelim, MHP'ye B. Parti isimleri değişse de siyasal çizgi bakımından 50+ yıl olanlara Saadet Partisini de ekleyip ona da C diyelim. Bdp gibi ırksal kökenli, BBP, İP gibi oy potansiyeli her daim düşük partileri şimdilik hesaba katmayalım.

Çok partili sisteme geçildiğinden bu yana A, B, C hiçbir zaman tek başına iktidar olamıyor. 

Merkez sağ diye bir kavram var. Halkımız bunu seviyor. Merkez sağı temsil eden partiler sürekli değişiyor ve bir çoğunun ömrü maksimum 20 yıl oluyor. Bu süre sonunda ya bugün DYP ve Anap gibi sadece tabela partisi olarak kalıyorlar ya da AP, DP gibi tarih oluyorlar. Merkez sağ anlayışına en yakın parti ya koalisyon ortağı oluyor, ya da tek başına iktidar.

İlginçtir, Bu merkez sağın başındaki isimler, hep tartışmalı.

Menderes, ülkeyi NATO'ya sokma uğruna canları feda edebilmeyi göze alarak dünyanın bir ucunda, bizimle ilgili olmayan bir savaşa Mehmetçik gönderiyor. İktidarı döneminde dış borç oranında büyük bir artış yaşanıyor, feci bir şekilde ABD bağımlısı bir ülke olmaya başlıyoruz.

Demirel için mason diyeninden Morrison Süleyman'a kadar bir sürü yakıştırma var. Yine hep ucu ABD'ye bağlanan söylemler.

Özal, ülkeyi küçük Amerika yapacağım diyerek sivriliyor, Baba Bush'un bir numaralı kankası. Orgeneral Torumtay'ın ilkeli duruşu olmasa o da Menderes gibi Mehmetçikleri ABD uğruna cepheye sürmeye hazır. Gerekçesi kendi ifadesiyle, bir koyup üç almak. Diplomasi teriminden çok kumar terimine benzeyen bir söylem. Dikkat ettiyseniz, kısacık paragrafta iki tane Amerika kelimesi geçti.

Erdoğan, ABD'nin 11 Eylül sonrası Ortadoğu ve Kuzey Afrika'ya ılımlı İslam politikasını yerleştirme politikasına müthiş uyumlu bir şekilde koyu Milli görüşçü kimliğini bırakıp, "ben değiştim" diye sahneye çıkıyor. BOP projesinde ABD ile müthiş paralellik gösteren söylemleri var, eşbaşkan olduğu dile getiriliyor ve iktidara geliyor. Bakın yine iki tane Amerika geçti yine:)

Son ABD gezisinde bir şeyler oluyor, ABD Başkanı'nın Erdoğan ile telefonda konuşurken elinde beyzbol sopası ile fotoğraf kareleri basına veriliyor sonrasında cemaat devreye giriyor, yıllardır kayıtlanan belgelenen verileri birden ortaya çıkarıyor falan. ABD eski büyükelçisi yerel seçim fikir vermez, daha önemli seçimler olacak diye cumhurbaşkanlığı seçimlerini işaret ediyor. Anladığım, bu seçimlere yönelik daha sert bir algı operasyonu yapılacağının sinyalini veriyor. Bu kez konunun muhtemelen, halkımızın hiç bir zaman bu sebepten iktidar düşürmediği yolsuzluk olmayacağı fikrine kapılıyorum. Yani D'deki aktör yine değişebilir gibi anlıyorum.

Tüm bunları aynı paralelde düşününce evet seçiyoruz biz. A, B, C aynı kalmak suretiyle sürekli D'nin seçiyoruz, ama bu D sanki birilerince atanıyor gibi geliyor bana. Dilerim yanılıyorumdur.




Site Haritası için tıklayın

0 yorum:

Denge Degisimleri



Bir forum sitesinde aşağıdaki gibi bir tez savunuldu


"Hersey planlandigi gibi gidiyor. Bir dusman lider olusturamadan nasil bati blokunu biraraya getireceksin. Hatirla Saddam. Onu da onlar basa getirdi, besledi, ortam olusunca guc zehirlenmesi olusacak sekilde simartti. Kontrolden cikan Saddam kotulendi (biz bu asamadayiz). Bati kamuoyunun bir suphesi kalmayana kadar karalama, izolasyon, yalan yanlis haberler ile korku olusturuldu (buna baslanacak). Sonrasi herkesin malumu...
Demek istedigim birileri secimi kaybetmesini istemedi ki! Aksine ulke icerisindeki kutuplasma, bolunmenin de olusabilmesi icin gerekli idi. OYUN DEVAM EDIYOR.Tek alternatifi Islam bloklasmasini saglayip RUSYA ya yakinlasmak. Amerikanin son Iran yakinlasmasinin nedeni de boylece anlasildi... bu olasiligi zorlastirmak. Biz bu hamleyi yaptigimizda karsi IRAN kartini cikaracak.


Yaratılmak istenen düşman lider'den kasıt Erdoğan ise Irak-Saddam, Türkiye-Erdoğan kıyaslamasının doğru sonuçlara ulaştırabileceğinden şüpheliyim açıkçası.

Gerek uluslararası konjonktür, gerekse de beğeniriz beğenmeyiz, iyidir kötüdür, ama bir şekilde Türkiye'nin uluslararası sermaye piyasalarının batı zincirinin bir halkası olması, yani ülkedeki yabancı yatırım (borsa ve reel sektör) oranı bu kıyaslama için uygun değil.

Yukarıda belirttiklerim, işin global boyutu.






Yerel boyutta ise şu var. Saddam, en nihayetinde, diktatör gibi davranmaya çalışan, ancak yeri geldiğinde halk tepkisi ile karşılaşan, yeri geldiğinde altına imza attığı AB yükümlülükleriyle engellenen, yeri geldiğinde Anayasa Mahkemesi'nce durdurulan (örnekler çoğaltılabilir) bir lider değil, bildiğiniz diktatördü. Diktatör olmakla, sadece olduğunu düşünüp o yönde adımlar atmak ama toplum, hukuk, diplomasi vs dinamiklerince durdurulmak arasındaki fark kadar ayrım var liderler bazında.

İslam Ülkeleri bloku konusunda da şüpheliyim. ABD, İslam Ülkelerinin bir blok oluşturamayacak kadar kökten ayrılıklara sahip olduğunun en çok farkında olan ülkedir, çünkü bir takım ayrışmaları zaten bizzat kendi eliyle yönlendirmektedir.

Bir düşmana sahip olmak elbette önemli. Ve bir düşman var (dı) zaten 13 yıldan beri. 11 Eylül sonrası ABD dış politikası, radikal İslami hareketleri temel düşman olarak belirlemiş ve politikasını ılımlı İslamı yaygınlaştırmak üzerine kurmuştur. Mısır'da Müslüman Kardeşleri'nin ve Türkiye'de AKP'nin iktidar olması da bu dönemdedir.

ABD-İran yakınlaşması evet ilginçtir. Ancak aralarındaki temas acendasında, Türkiye'nin mevcut yönetimi, yeni bir düşman lider adayından ziyade, yıllardır süren Petrol karşılığı altın ticaretinde her iki ülke için hasar tespitinin belirlenmesinde adı geçen bir yönetimden öte bir şey değildir. Bizde Rıza Zarrab'ın milyon dolarlık rüşvetiyle gündemde öne çıkan bu ticaret, Rıza Zerrab'ın asıl patronlarının olduğu İran'da Zencani'yi tutuklatmış, Ahmedinecad'ı iktidardan düşürmüştür. Rıza Zerrab, bu ilişkiler zincirinde en küçük halkalardan biridir, Asıl yolsuzluk ve hasar İran'dadır ve yeni yönetim bu işin üzerine gidecek gibi.

Dünya değişir, diplomatik dengeler daha hızlı değişir. Afganistan, Taliban Afganistan'ı değil, Irak Saddam Irak'ı değil, "kötü adamlar"ın (Bin Ladin, Saddam, Kaddafi vs ) önemli bir kısmı öldü. Artık radikal islam bir numaralı tehdit değil. Radikal İslam'ın düşman kabul edildiği dönemde kritik ülkelerde iktidar olan Mursi devrildi. Türkiye'de Erdoğan hala iktidar, ancak seçimler gelecek yıl.

ABD'nin yeni düşmanı aramasına gerek yok bence, çünkü o düşman kendiliğinden ortaya çıktı. Hem de, Suriye'de, Ukrayna'da, tek bir asker bile feda etmeden istediği her şeyi alarak net bir şekilde çıktı ABD'nin karşısına. Rusya'dan bahsediyorum.


Site Haritası için tıklayın

0 yorum:

Ne Şikesi Memleket Elden Gidiyor






Aziz Yıldırım'ın mahkemede savunma yaparken kullandığı bir cümleydi yukarıdaki. Pek kimse anlam verememişti, konuyu saptırmaya çalıştığını iddia edenler olmuştu. Oturup anlamaya çalışan az sayıda insan vardı.


Fenerbahçe taraftarıyım. Ancak şike mevzusuna bakış açım, bir taraftar bakışı değil. 3 Temmuz 2011 günü, başkan içeri alındığında, "şike yaptıysa alsınlar" demiştim.

Şike mahkeme süreci başladı. Mahkemeden çok Yunan tradegyaları gibiydi. Emenike'ye para saydırma görüntüleri, yok tarla ekti, şunu kast etti demeler. İddianamenin tümünü okudum. Kolay değildi, hani benim bu blogdaki yazılarıma uzun derler bazen, onlar uzun yazı görmemiş:)

Kitap okumayı severim. Ama, misal, Dan Brown'un Da Vinci Şifresi ve takip eden kitaplarında olduğu gibi, kurgu yapmak için kendini fazlaca zorlayan yazarların kitaplarını asla bitiremem, sıkılırım. Bu iddianame Dan Brown'u bile arattı bana. Fazlasıyla kurgusal ve zorlamaydı.

Dava süreci ilerledi, suçlamalar iddialar, avukatlar talep dahi etmeden azalmaya, azalmaya azalmaya başladı. Az daha zorlasalar, pardon başkan yanlış yaptık deyip bırakacaklar. En sonunda bir yerlerden bağladılar konuyu. 

Velhasıl kelam, dava süreci devam ederken Mehmet Ali Aydınlar'ı TFF Başkanı yaptılar. Bu şahıs, ortada ne mahkeme kararı ne başka bir şey varken Avrupa Kupalarından men etti. Efendim gider de şike onaylanırsa ağır ceza yermişiz. Ya onaylanmazsa? Bir yerden garantiniz mi var. UEFA'ya, bunlar şike yapmıştır diye raporlama yapan o dönemki TFF başkan yetkilisinin sonradan GS yönetim kurulu üyesi olduğuna değinmiyorum bile.

Fenerbahçe Spor Klubü halka açık bir ortaklıktır. Net bir ceza olmadan bırakalım sportif boyutunu, iktisadi anlamda böyle bir engelleme yapamazsınız demedi, sadece klüp değil yatırımcılar da zarar görür demedi, hiç kimse. Camiamız hariç. 

Ertesi sene Uefa'ya gitti Fenerbahçe, yarı final oynadı. Ne oldu? men edildik mi Avrupa'dan. E o zaman o kayıp yılın bedelini kim ödeyecek klube ve yatırımcılara? Hiç kimse sormadı. Camiamız hariç.

Mehmet Ali Aydınlar'ı sonraki zamanda Fenerbahçe Başkan Adayı olarak gördük. Kimin desteklediği bir adaydı. Bkz: Son Genel Kurul Öncesi ses kayıtları.

Benim her ortamda net savunduğum görüş şuydu. Bu şike suçu işlendiyse, sportif anlamda cezası bellidir. Bir alt lig. Anında düşürsünler bizi. Hep bunu savundum. Camia da bunu savundu. Düşürmediler. E neden, şike suçu varsa düşür, yoksa, yok de, hem var de hem ligde tut, bu ne?

Bu paragrafı dileyen okumayabilir, yine belki bir komplo teorisi kendimce. Ancak, veriler, net. Galatasaray Futbol Kulübü, Fenerbahçe'nin şampiyon olduğu sene ligden düşmeme mücadelesi verdi. Stadı henüz bitmemişti, borçları dağ gibiydi. Borsadaki hissesinin adı GSRAY  değil ABCD hissesi olsa, gözaltı pazarındaydı. Hepimiz az çok anlıyoruz borsadan. Yanlış mı? Fenerbahçe'de üç temmuz süreci başladıktan sonra, Gsray borsada akla zarar bir operasyon yaptı, binlerce Ky'nin ocağını söndürdü. SPK, izledi. O süreçte stadları açıldı, Başbakan stada geldi. Stadda yuhalandı. Açın Youtube'u izleyin, Adnan Polat'ın o andaki yüz ifadesini. Adnan Polat bir sonraki seçimde başkanlıktan oldu. Oldu olmasına da daha sonra mahkemede o seçim ile ilgili bir karar çıktı, usülüne ilişkin. Sonra ne oldu bilmiyorum. Aysal hala başkan olduğuna göre bir şey olmamış:) Gsray, dikensiz gül bahçesinde yaptığı ky vurgunuyla çilek falan toplamaya başladı, yuhalayan Gsray seyircisi artık yuhalamıyordu. Stad da neredeyse devletin hediyesi oldu. Tesadüf müydü? Gezi olaylarında bir İstanbul United ruhu oluşmuştu. Bu birliktelikten ayrılan tek bir grup oldu, Ultraslan. Tesadüf müydü. Bence değildi. Ama hep bence bunlar, klübümü bağlamaz.

Burada bir yazımda Türkiye'de üç büyük örgüt var demiştim. AKP, cemaat, Fenerbahçe. İlk ikisi 3.'yü ele geçirmek istediler demiştim, çünkü sadece orası vardı el atamadıkları. (Başbakan ile Fikret Orman'ın Çarşı konuşmasını tapelerden duyunca bu netleşti. Çarşı candır, ayrı tutarım:) ) Az çok bu konuları bilen biri, klişe deyimle futbolun asla futbol olmadığını bilir. Dolayısıyla ülke böylesine bir süreçteyken, Fenerbahçe konusunda dağıtılan kartlarda joker, vale vs belliyken. Camiamızın 3 yıldır bas bas bağırdığı isimler kendi aralarındaki kaset savaşlarında bizim iddialarımızı kanıtlandırmışken, yerleştirin Mehmet Ali Aydınlar'ı, Erdoğan'ı Fetullah Gülen'i kim joker kim vale kim papaz, istediğinizi seçin. Kağıtların As'ı bellidir; tek bir geri adım atmayan Aziz Yıldırım. İster hoşunuza gider, ister gitmez:)

Futbol temiz mi peki? değil elbet. 

Ama bir temizlik taraması yapacaksak, x bir tarihi başlangıç baz alıp tüm klüpleri tarayalım, adalet anlayışı bunu gerektirir.






0 yorum:

Yolsuzluk ve Kendimize Sormamiz Gerekenler




Son seçimlerde açıkça görülen "yolsuzluk yapana destek olmayı sürdürmek" konusuna biraz farklı bir açıdan bakmak istiyorum.

Artık tekrara girecek belki ama, yolsuzluk mevzusu; seçimleri etkilemek, ya da hükümeti değiştirmek için bir gerekçe olmaktan, AKP iktidarından önce, hatta AKP henüz yokken çıktı. Ben 80 sonrasına şahit oldum. Öncesini sadece kitaplardan dergilerden ya da büyüklerimden duyduğum kadarıyla biliyorum.

1980 sonrasında, ülkeye hayali ihracat diye bir kavramı sokan, benim memurum işini bilir diyen bir zihniyet uzun süre tek parti olarak hükümette kaldı. O gidince, yeğenlerinin ismi onlarca şaibeli işe karışmış başka bir Başbakan geldi. O cumhurbaşkanı oldu, yerine Çiller geldi. Oğulları, eşi ve kendisi hakkında ağır yolsuzluk iddiaları olan biriydi kendisi. Sonra Refahyol geldi, Başbakan olan Erbakan'ın 50 kilo altın meselesi ve Süleyman Mercümek olayı hala akıllarda. Anasol-D geldi, Ecevit Başbakan oldu, sonrasında AKP.

Halkımız, yukarıda saydığım şaibelere pek şaşırmadı, pek tepki vermedi. En çok Ecevit'in makam aracının modeline şaşırdı. Yanlış mıyım.

Şimdi, şu soruyu kendimize sormak gerekecek. Hangimiz, yaptığımız bir işi usulüne uygun yapmayı, küçük kestirme yollar bulmaya tercih ediyoruz. İşleri sonuna kadar kitabına uygun yapmayı seçen kişilerin yüzdesi halkın % kaçıdır? 

Toplumuzda "bal tutan parmağını yalar" gibi bir kabulleniş var mı. Adam servetini hangi yolla yapmış olursa olsun "vay be helal olsun adam yapmış" diyor muyuz demiyor muyuz? Son 12 yılın iktidarı için belki başta bunlar dindar, çalmazlar deniyordu. Ancak bir takım şeyler ilk 17 aralıkta ortaya çıkmadı. Ali Dibo tartışmalarını, Kemal Unakıtan'ı unutmayalım. "Bunlar dindar çalmaz" söylemi, "çalıyorlar ama çalışıyorlar abi" söylemine döndü mü dönmedi mi.

Rüşvet mevzusunda, rüşvet alan birileri varsa, veren de var demektir Ve ülkede sadece Rıza Zerrab vermiyor rüşveti. Peki bu verenler kim, Tamam Rıza Zerrab İranlı ama geri kalan rüşvet verenler Norveç halkı değil, yine biziz. Rüşvetten kasıt illa ki milyon dolarlar değil. Ve rüşvet illa filmlerdeki gibi bir kitabın arasına nakit koymakla verilmez. Bazen işin görülmesi için verilen küçük hediyeler, hatta bazen sen benim şu işimi gör ben de sana şu işte güzellik yapayım demek de buna dahil. Bazen karşılık dahi almadan, hani hatır şikesi derler ya, hatır rüşveti yoğun olarak yapılıyor mu, yapılmıyor mu? 

Vurgulamaya çalıştığım şey, toplum bu kavrama kendi içinde yabancı mı değil mi. Yabancı değil derseniz, yolsuzluk yapan ve sürdüren bir iktidarın destek almasına şaşırmaya devam etmeli miyiz?

Tekrar vurguluyorum, yazım belli bir kesime yönelik değil, sadece yukarıda değindiğim soruları herkes kendine bir kez sorsa, ne demek istediğim muhtemelen daha net anlaşılır.



Site Haritası için tıklayın

0 yorum:

Ulusal Kimlik ve Yolsuzluklar




Bir forum sitesinde sözü açıldı, "Başbakan yolsuzluk yapanlarla bağını kessin, kendiyle ilgili şaibeli paraları da çıksın halka anlatsın, %65 oy alsın, adını altın harflerle yazdırsın, bu ülke o satmaz" dendi.

Peki mümkün mü?

Meselenin özü, bu, yapsın denilen şeydir aslında. "Yapabilmesi", yani makul gerekçelerinin olması. Yolsuzluk ve rüşvete adı karışan bakanlarını, yani rüşveti alanları ayıklaması zaten artık söz konusu olamaz, çünkü, rüşveti vereni, yani Rıza Zarrab'ı "ülke için iyi şeyler yapmış biridir" diyerek akladı.

Bir ülkenin halkının asla satmayacağı, satmadığı liderleri vardır. Tüm bu liderlerin ise ortak bir özelliği; ulusal kimliğe sahip çıkmalarıdır. (Bunun belli bir kesimin ideoloji olarak benimsediği "ulusalcılıkla" karıştırılmamasını not düşmek isterim.)

Türkiye de böyle bir lidere sahip olma şerefine nail olmuştur. Bu liderin adı Atatürk'tür. Dünyada ise aklıma Chavez geliyor ve az önce de andığım Castro geliyor ilk etapta, biraz daha düşünsem daha vardır örnekleri.

Ulusal kimliklerin yerini kaybettiğine vurgu yapan görüşler yoğunlaştı son dönemlerde. ABD'de bulundum, Almanya'da bulundum, Rusya'da bulundum. Bulunmak, önemli değil aslında ama, bu ülkeler hakkında okuduklarımı, araştırdıklarımı kendi gözlerimle teyit etmesi anlamında değinmek istedim. Ulusal kimlik, her şeyden önde tutuluyor bu ülkelerde, ki ilk ikisi kapitalist düzenin en büyük iki gücü.

Hal böyleyken, bir liderin tarihe adını altın harflerle yazdırıp yazdıramayacağı hakkında bir fikre aldığı oy oranlarıyla değil, ulusal kimliği ne kadar koruyup kolladığı ve onu ne kadar geliştirdiği ile sahip oluruz.

Mevcut Lider ve yönetim bunu yaptı, yapıyor diyenler varsa, bilemem.




Site Haritası için tıklayın

0 yorum:

Yeni Dengelerde CHP Nerede






Türkiye'de iç siyasetin yeni bir şekillenmeye gideceğine inanıyorum. Bir önceki yazımda  bu şekillenmenin ana kaynağını belirtmiştim.

AP DP ANAP DYP AKP çizgisini sürdürecek yeni bir aktöre gereksinim olacak. Olmasından korktuğum bir ihtimal, CHP'nin bu çizgiye oynayabilecek olması. Yaparsa tarihi hata olur. Ve Türkiye önemli bir değerini kaybeder. 

Kılıçdaroğlu'nun 17 aralık sonrası ABD Büyükelçisi ile içeriği net açıklanmayan görüşmeler yapması, CHP lider kadrosunun 36 yıl sonra birdenbire Washington'u ziyaret etmesi ve görüşmelerin içeriğinin yine net açıklanmaması ve son olarak Sarıgül'ün partiye dönerek İBB adayı olması, bu yönde bir eğilim içindeler izlenimi oluşturuyor bende. Sarıgül'ün adaylığının henüz açıklandığı dönemde yine bu blogda bunun yanlış bir adım olduğunu belirtmiştim ve bu görüşüm sürüyor. Yanlışlığı İBB'yi kazanır kazanamaz anlamında değil, siyasi profil açısından. 

CHP bu boşluğa oynarsa, Türkiye, ne kaybeder derseniz? 

Emperyalist devletlere karşı verilen bir savaşı kazanan bir anlayışın kurduğu partidir CHP. Sonrasında, İsmet İnönü'nün ABD baskıları karşısında "Yeni bir dünya düzeni kurulur, Türkiye de burada yeni bir konumda olur" diyerek emperyalist devletlere rest çekebildiği bir partidir.  Devamında, Ecevit'le 1974'te Kıbrıs'a çıkartma yapabilecek gücü bulan bir partidir. 

CHP bu boşluğa oynarsa, yani emperyalist devletlerin kurduğu oyunda bir aktör olmaya çalışırsa, ülke bu bahsettiğim şeyleri yapabilme gücünü bulan gücü kaybeder.


Site Haritası için tıklayın

0 yorum:

ABD Erdogan'i Sildi mi


Büyük oranda öyle. 



Aslında bu durum, Erdoğan'ın yaptıklarıyla da doğrudan ilişkili değil. 2001 sonrası oluşan küresel dengeler gereği yükselen ve dengelerin değişmesiyle gözden düşen bir figür gibi değerlendiriyorum. 

Diplomaside semboller önemlidir. Beyzbol spasıyla telefon görüşmesinin servis edilmesi anlamlıdır. Erdoğan'ın son ABD ziyaretinde askeri törenle karşılanması daha anlamlıdır. (Tamamen gözden çıkarılan liderlere yapılan karşılama şeklidir askeri tören) 

Asıl odaklandığım konu, bu el değişikliğinin ülke siciline yukarıda bir önceki yazımda belirttiğim bir "terör destekçisi ülke" kaydı düşürmeden gerçekleşmesi. İşin gittiği yönün cidden şakası yok ve vebali çok ağır.

Akp, kalır mı. AKP olarak kalacağını sanmam (bir iki yıl değil daha uzun vadede elbet). 

Her parti gibi kendi içinde bir koalisyondur AKP. Ana bütünleyici faktör ise liderleri. Bu koalisyonun, liberal, 2. cumhuriyetçi, hatta bazı merkez sağ unsurları çoktan ayrıştılar AKP'den. Ticari anlamda rant beklentisi nedeniyle desteğini sürdüren iş kesiminin desteğinin bu rantın artık bu partiden akmayacağını anladığı anda desteğini kesmesi sürpriz olmaz.

Ana çekirdeği milli görüştür bu partinin ama AKP'ye yönelik bir ideoloji eleştirilerine partililerin verdiği yanıtlara göre, AKP'nin bir ideolojisi yoktur. Milli Görüş ideolojisini SP sürdürmektedir ve bu partiyle adı özdeş olan Erbakan'ın hayattayken AKP lider kadrosuyla ilgili yaptığı değerlendirmeler bellidir, hepsi arşivlerde durur. Dolayısıyla ana çekirdeğine bile yabancılaşmış bir partiden bahsediyoruz.

1950 sonrası AP, DP, ANAP, DYP partilerini düşünün, hiç birinin siyasi ömrü 20'yılı geçmemiştir. Ve birisi çıkıp bana AKP'nin AP, DP, ANAP, DYP'den farklı bir parti olduğunu iddia ederse, onunla bu konuyu tartışabilirim. Dolayısıyla bu kapsamda siyasi ömrünün süresi az çok bellidir. Ha, ne olur, sonrasında sol, sosyalist, devrimci bir parti falan gelmez, yeni gelenin adı BKP olur, ABC olur, mantalite aynı kalır.

Erdoğan'ın yola çıkarken yanına aldığı desteklerden sadece halk desteği kaldı elinde ve ona tüm gücüyle sarılıyor. Halk, gerçekten güçlü bir destek veriyor. Nedenlerini de dilimiz döndüğünce irdeliyoruz bu blogda.

Ancak hatırlamakta fayda var. Menderes, darbeyle devrilmeden çok kısa süre önce meydanlarda yüzbinlere hitap ediyordu. Lakin, İmralı günlerinde yapayalnızdı. Özal, yüzbinlerin milyonların desteğini alıyordu, bugün ismini hatırlayanların sayısı bile azaldı. Buradan, darbe olur vs gibi sonuçlar çıkarılmasını istemem, bence artık böyle bir ihtimal yok.

Netice itibarıyla, zor bir süreç olacak ülkemiz için, en az zararla atlatmak dileklerimle.



Site Haritası için tıklayın

0 yorum:

AYM TWITTER KARARI HAKKINDA KAVRAM KARMASALARI




Twitter yasağını savunanlar ve Anayasa Mahkeme'sinin iptal kararını haksız bulanlar var. Bu görüşlerinin yasal dayanağı olduğunu, çünkü mahkemelerin kapatma yönünde kararı olduğunu vurguluyorlar. Bir takım kavram karmaşalaı yaratıyor bu durum

İlk kavram karmaşası, "yargı kararı" ve "idari karar" karmaşası. Mahkeme bir karar alıyor, ancak yargısal açıdan Twitter'a erişim engelini içeren bir karar değil. Bu karar idari olarak alınıyor, yasal bir dayanağı yok. Bunu ben söylemiyorum, ilgili kişi söylüyor: 
Linkteki yazı://www.cnnturk.com/haber/bilim-t...den-bekletildi

İkinci karmaşa, Anayasa Mahkemesi'nin kararı "sorunlu hesapları kapatmayın" demiyor Twitter'a. AYM kararı erişim engeline ilişkin. Yani AYM kendi ülkesinin alt mahkemelerinin verdiği kararı dikkate almayın demiyor. "Erişimi engelleme kararının" Hadi Salihoğlu'nun da dediği gibi, yargısal anlamda gibi bir karşılığının olmadığına, erişim engelinin hak ihlali olduğuna karar veriyor.

Twitter'ın Fransa, İngiltere, Almanya gibi ülkelerin kendisine ilettiği talepleri hızla çözdüğü, Türkiye'nin taleplerini ertelediği vurgulanıyor. Bununla ilgili somut bir veri sunulmaksızın yapılması, acaba? dedirtiyor.  

Sorunlu hesapların kapatılması sürecinin yavaş olmasını esasında benim de eleştirdiğim bir konu. Bu yavaşlıktan bireysel olarak olumsuz etkilenen kişiler olacaktır. 

Evrensel bağlayıcılığı olan bir internet hukuku tamamen yerleşmiş değil henüz. Platformların yayın ilkelerine aykırı yayınları kendi bünyesinde tutmama yükümlülüğünden ve mağdur insanların vatandaşı olduğu ülkelerin kendilerini bu platformlara muhatap aldırma kabiliyetinden başka bir güvence yok henüz. Bir gün olacaktır diye düşünüyorum, sadece bu platformlar için global mahkemeler kurulmasına kadar gidebilir bu iş.

Ancak, ana konu şu yine de şu: Bu platformları sadece mağdur eden ve olanlar kullanmıyor, bu medya organı artık temel iletişim araçlarından biri haline geldi. Türkiye'deki milyonlaca Twitter kullanıcısının iletişimini "kestim kardeşim" diye kesmek olası değil, Anayasa Mahkemesi'ne, yani ülkedeki en üst yargı organına göre yasal da değil.




Site Haritası için tıklayın

0 yorum:

Siyaset Seni Bekliyor Belki de..





AKP seçmen fotoğrafı


AKP seçmen kitlesi hakkında yapılan bazı genellemelere değinmiş ve tümden bir genellemenin doğru olmayacağını bir önceki yazıda belirtmiştim.(Yazıyı görüntülemek için tıklayınız) 

Velev ki tüm bu yazılanları düşünüyorlar, olaylara bu çizgiden bakıyorlar. Saygın üniversitelerde okuyan, teknolojinin nasıl kullanılacağını bilen, kendiyle barışık olan, biralarını kafede içen kesim ne kadar gerçekse bu kesim de o kadar gerçek. Gerçek olmayan şey, bir kesimin tamamen ideal vatandaş diğer kesimin tamamen ot olduğu tespiti. 

 Meraklıyımdır, her parti seçmeninin kendi içindeki nabzını ölçmeye çalışırım kendimce. Teknoloji kullanımı konusunda o kadar kötü olmadıklarını söyleyebilirim. Sosyal yaşamımda da her görüşten insanla temasım vardır. Hem sanal ortamda hem gerçek yaşamda Akp örgüt yapısının birbirine bağlılığı, yardımlaşması vs diğer gruplarda pek göremediğim bir özellik. 



Bakın örgüt diyorum. Bu çok önemli. Herhangi bir örgütlenme içine girmeden, ya biz çok iyiyiz, onlar "koyun" (bu tabir bana ait değil ve kullanmam, sadece nasıl tanımlandığını vurgulamak için yazdım) deyip dertlenildiği sürece, örgütlü bir yapı neden başarıya ulaşıyor diye sormak bence kolaycılık. 

chp seçmen fotoğrafı

Ülkede irili ufaklı bir çok örgüt (sivil toplum örgütü, dernek, meslek odaları, mezun birlikleri, vakıf vs) var. Sorun "irili ufaklı" olmaları. Benim örgüt tanımıma uyan ise sadece üç tane: AKP Parti örgütü, Cemaat ve Fenerbahçe. 

AKP, örgütüyle 12 senedir iktidarda, 

Cemaat, örgütüyle hiç bir oy potansiyeli olmaksızın 12 yıl boyunca iktidar ortağı olmayı başarabildi. 

Fenerbahçe, taraftar-yönetim işbirliğinin verdiği örgüt ruhuyla ilk iki örgüte karşı bir adım bile gerilemeden ve çoğu zaman tek başına mücadele etti, ediyor. 

Aslında örgüt sayısı 3,5.. 0,5 olan Mayıs sonunda spontane toplanan Gezi dayanışması. Kağıt üstünde yoklar, o yüzden 0,5 diyorum. Ancak Gezi ruhu ortak paydaları netleştirebilirse bence potansiyeli en yüksek topluluk olmaya aday. Ve gellen her iktidar için potansiyel bir muhalefettir. Sandık anlamında değil henüz, ama demokrasilerde her şey sandık değil. 

gezi parkı eylemlerinden bir fotoğraf


Bir önceki yazıda değindiği maddelerde, dikkat edin konular yine hep makro. Berkin'i ayrı tutarım. Bir çocuğun hayatı her şeyin ötesindedir. Ancak, teknolojiyi, kafede bira içmeyi, kendiyle barışık olmayı gündemine alamayacak kadar yokluk içinde yaşayan insanlar var. Hani zaman zaman makarnacı denir ve kafaya alınır ya, bu bazen bir makarnanın ne kadar kıymetli olabileceğini bilmeyen insanların yapabileceği bir şeydir. Ve ironik olan, bir ülkede yoksulluk varsa, bunun doğrudan sorumlu tutulması gereken makam hükümetken, hükümetin neredeyse bu yoksulluktan besleniyor olması. 

Garip bir paradoks gibi görünse de, işin sırrı yine yazının başında değindiğim örgüt kelimesinde. Çünkü onlara tek ulaşan örgüt, yine hükümetteki partinin örgütü. 

Cemaat, o kadar tabana inmiyor. O tabandan, enderuna devşirme seçer gibi, akıllı, ışık veren çocukları seçip dersanelerinde eğitiyor, üniversitede okutuyor. ODTÜ'de okudum ben. Size, bir çırpıda hiç düşünmeden, cemaat dersanesinden gelmediği halde okulda cemaate katılan 10 isim sayabilirim. Bu sayı oturup hafızamı biraz zorlarsam daha da artar. Ortak bir özellikleri var hepsinin. Okula geldiklerinde bir nevi kültür şoku yaşadılar. Atıyorum Çorum'un Sungurlu ilçesinin x köyünden gelmiş çocuk. Okuldaki ortama bakıyor, köyüne, ilçesine hatta bazılarının şehrine bile benzemeyen bir ortam. Adapte olamıyor. Kültür şokunu üzerinden atsa daha büyük bir engel var. Okuldaki sosyal hayata uyacak parası yok, sosyal hayatı geçelim bazen en temel ihtiyaçlara parası yok. Çok çok başarılıysa burs alıp toparlayabiliyor, ama bu sayı kısıtlı. Neden? Teknolojiyi iyi kullanan, yüksek hayat standardına sahip insanlar düşünüp bir burs havuzu oluşturmamış. Çocuk kendine kucak açana gidiyor. Çünkü hem dindarlar, hem nispeten konforlu bir yaşam öneriyor, hem de bir gelecek garantisi veriyor. O savcılar, hakimler, doktorlar, Abd'de yetişmedi, hepsi bizim okullarımızdan böyle çıktı. 

Türkiye'de yoksulluk, gelir dağılımında adaletsizlik ve örgütsüzlük devam ettiği sürece, Seçimlerde parti adları değişecek ama hakim anlayış değişmeyecektir. Ve bunun bir numaralı sorumlusu bu anlayışları başa getirenler değil, yoksulluğu, gelir adaletsizliğini çözmeye bir katkıda bulunmayan kişiler olacaktır. 

Katkıda bulunmak derken illa gidip bir siyasi partiye üye olup tam mesai emek harcamaktan bahsetmiyorum. Küçük adımlar. Bitirdiğiniz okulun mezun derneğine üye olup burs havuzuna katkıda bulunmak, mahallede sizden kötü durumda olanlarla temasta olmak, paranız yoksa ücretsiz ders vermek, tonlarca örnek sayılabilir. Bunlardan en az birini ya da bir kaçını yapmayanın bence yakınmaya hiç hakkı yok. Yapanları tenzih ve tebrik ederim. 

0 yorum:

AKP SECMEN KITLESI HAKKINDA KATILMADIGIM GORUSLER


akp seçmen profili hakkında değerlendirmeler


AKP seçmeni olmayanlar arasında, bu seçmen kitlesi hakkında aşağıdaki alıntıda belirtilen maddelerle özetleyebileceğim görüşleri savunanlar var.

Ben, bu görüşleri sahiplenmeyen kişiler arasındayım. Elbette ki sayılan gerekçelerin geçerli olduğu insanlar var, ancak yekpare bir bütünlükle belli bir kesimin hepsi böyledir demek biraz aşırı kaçar.



Bence inadına oy veriyorlar bunu zaten kendileride ifade ediyorlar sık sık inadına akp inadına RTE demelerinin nedenlerini paylaşma istiyorum..


Çünkü onlar için Akp'nin izlediği politika ve yasaklar hiçbirşey ifade etmiyor onların asıl dertleri biziz peki neden biziz?

Çünkü onlar en saygın üniversitelerde okuyup kariyer yapamıyorlar yapanlarıda sevmiyorlar.

Çünkü onlar kız arkadaşlarıyla gezip tozamıyorlar bu yüzden kızlı erkekli yasaklar onlar için 1 şey ifade etmiyor..

Çünkü onlar özgürlük istemiyorlar çünkü küçücük 1 dünyaları var onun içine kapanmışlar dünyası geniş olanlara tahammül edemiyorlar bunu kompleks yapıyorlar..

Çünkü onlar kendilerinden daha iyi hayat standartlarına sahip insanlarıda sevmiyorlar onlarında kendileri gibi fakirleşmesini istiyorlar bu yüzden yapılan yolsuzluk ve hırsızlıklar onlar için 1 şey ifade etmiyor..

Çünkü onlar teknolojiyide istemiyorlar çünkü teknolojinin ne işe yaradığını nasıl kullanılacağını bilmiyorlar.. paralı trolleri bu yüzden çalıştırıyorlar internet yasaklarını bu yüzden önemsemiyorlar..

Çünkü onlar kendileriyle barışık değiller bu yüzden ayrımcılık, şiddet, savaş, fitne çıkartarak egolarını tatmin ediyorlar..

Çünkü onlar biralarını cafelerde değil sokakların en sote yerlerinde gazete kağıdına sararak içiyorlar bunada tahammül edemiyorlar bu yüzden bize ayyaş tanımlaması yapıyorlar...

Çünkü onlar gezi olaylarından dünyanın bile şaşırdığı orantısız mizahımızada tahammül edemediler. Bu orantısız mizah gücü karşısında başbakanları bile çılgına döndü..

Çünkü onlar 15 yaşında polis fişeğiyle öldürülen kardeşimize olan sevgimize inanmıyorlar, onlara göre şehitlerimize bile o kadar üzülmemişiz bunu söylüyorlar ama oy verdikleri liderin şehitlerimize kelle dediğinide biliyorlar. 

Çünkü onlar için tek 1 şeyin önemi var bize karşı olan herşeyi seviyorlar bu yüzden kefenlerini giyerek Akp yi destekliyorlar ve liderleride bunun farkında olduğundan bizi bu yüzden ötekileştiriyor..

Çünkü onlar tüm bu sebeplerden bizi sevmiyorlar ve sevmeyecekler bu yüzden bize karşı olan her güç onların tutunacakları tek dal.
aslında bizden daha fazla içki içiyorlar daha fazla porno izliyorlar, daha fazla kahvehalerde oyun oynuyorlar, daha fazla küfrediyorlar,
daha daha fazla sapkınlıkları var ( bu yüzden 12-15 yaşında kız çocuklarla evleniyorlar ) nokta



Site Haritası için tıklayın

0 yorum:

BIST 100 ENDEKSTE HAFTANIN ARDINDAN


Endeks ile ilgili bu hafta içinde paylaştığım iki mesajda vurguladığım ana noktalar şunlardı:

Aylık görünümde çok kritik bir yerde. Aşağıda da görüldüğü gibi, 2008'den gelen yükselen kanal alt bandına temas etti bugün. 

Seçim öncesi haftadaki yükselişle "endeks seçimini yaptı" demiştik, eğer aylıkta yükselen kanala girerse, Cumhurbaşkanlığı Seçiminde de problem olmayacak demektir:) 

İki amiralden ISCTR, endeks yükselen kanala geçer diyor, GARAN daha erken diyor:) Grafik karşılaştırması için: [url]http://ow.ly/vqyrC[/url]


bist100 endeks aylık grafik görünümü

İkinci olarak şu mesajda kısa vade 72800 seviyesinin altına inmesinin hoş olmayacağına değindim.

Son olarak, günlük grafikte, endeksin  90binlerdeki zirveden düşüşünün %38,2 düzeltme seviyesi civarında dolaştığını vurguladım.

Toparlarsak;

Nisan sonu kapanışını önemsemeye devam ediyorum. Yükselen kanala yeniden girecek mi, yoksa altında mı kalacak. (Yukarıdaki grafik.)

Kısa vade için 72.800 altına inip oraya yeniden yaklaşarak kapattı, ama yükselen kanal olduğu için alt bant seviyesi biraz daha yukarı çıktı elbet.

Günlükte 93000-61000 düşüşünün %38,2'lik geri alım seviyesi ciddi bir direnç olarak çalışmaya devam ediyor. 4 işgünü oldu bir kaç kez zorlayıp döndü oradan hep. (Alttaki grafik)


bist100 endeks günlük grafik görünümü


İyi tatiller herkese.



Site Haritası için tıklayın

0 yorum:

Google
Bumerang - Yazarkafe

Blog Arşivi

91, "Dokuz", rakamla.

91, "Dokuz", rakamla.